İK Laboratuvarındaki En Zor Deney: Teknoloji ve İnsanı Kusursuzca Birleştirmek
Lisede en çok sevdiğim 2 ders Matematik ve Kimya olmuştur. Kimya öğretmenim ısrarla Kimya Mühendisi olmamı önerse de ben Endüstri Mühendisi olmayı çok istedim ve bu tercih ile kariyer yolumu yürümüş olmaktan dolayı çok mutluyum.
25 yılı aşkın süredir İnsan Kaynakları alanında çalışıyorum ve son 3 yıldır İK danışmanlığı yapıyorum. Ne zaman bir şirketle masaya otursam, kendimi bir kimya laboratuvarında gibi hissediyorum. Her kurumun kendine has bir kimyası, kendine has elementleri var. Ama son zamanlarda, hangi kapıdan girersem gireyim, periyodik tablodaki iki elementin neredeyse tüm denklemi yönettiğini görüyorum: Silisyum (Si) ve Karbon (C). Bu benim meseleyi anlamak için kendime yarattığım bir metafor aslında.
Silisyum, malum, yarı iletken özelliğiyle teknolojinin tüm dijital dünyamızın temeli. Bugün kullandığımız neredeyse her teknolojik cihazın kalbinde silisyum vardır. Bilgisayar çipleri, işlemciler, akıllı telefonlar... Hepsi silisyum yarı iletkenleri sayesinde çalışır. Dünyanın teknoloji merkezine "Silikon Vadisi" denmesi bir tesadüf değildir. Dolayısıyla teknoloji, kelimenin tam anlamıyla silisyum üzerine kuruludur.
Silisyum kristalinin düzenli atom dizilimi gibi, teknoloji de süreçlerimize standartlar, sistemler, verimlilik, hız, veri ve otomasyon getirir. Hayatımızı inanılmaz kolaylaştırdığı su götürmez bir gerçektir. Silisyum; mantığı, sistemi, veriyi ve dijital altyapıyı temsil eder. Yapay zekâ destekli işe alım platformları, performans verilerini analiz eden algoritmalar, otomatize edilmiş bordro süreçleri... Bunların hepsi, organizasyonumuza yapı ve düzen getiren, saf ve öngörülebilir Silisyum elementinin birer yansımasıdır.
Diğer yanda ise hayatın ta kendisi var: Karbon. Tüm canlıların yapı taşıdır. Dünya üzerindeki bildiğimiz tüm yaşam formları karbon temellidir. DNA'mızdan hücrelerimize kadar bizler, kelimenin tam anlamıyla organik karbon bileşikleriyiz. Karbonun en hayranlık uyandıran özelliği, çok güçlü bağ kurabilme yeteneğidir.
Karbonun diğer atomlarla zincirler, halkalar ve karmaşık yapılar oluşturması gibi, insanlar da organizasyon içinde iletişim, güven, iş birliği ve kültür ağları kurar. Karbonun milyonlarca farklı bileşik oluşturabilme kapasitesi, insanın uyum sağlama, yaratıcılık, duygusal zeka ve problem çözme gibi çok yönlü yeteneklerini simgeler. Kısacası Karbon; yaşamı, kültürü, esnekliği, iletişimi ve insani bağları temsil eder. Benim için Karbon; kültürdür, empatidir, bir toplantı sonrası koridorda yapılan o samimi sohbettir, zor bir günde yöneticinin gösterdiği anlayış, bir liderin ekibinin gözünün içine bakarak verdiği ilham konuşması ve güvendir. Karbon, esnektir, bazen de kaotiktir.
İşte bu yüzden bu iki element, İK'nın o meşhur ikilemini – yapısal verimlilik (Silisyum) ile organik kültür (Karbon) – anlatmak için mükemmel birer simgedir.
Peki, Problem Nerede Başlıyor?
Problem, bu elementlerden birine aşık olup diğerini unutunca başlıyor.
Son yıllarda, özellikle teknoloji devriminin etkisiyle, laboratuvarlarımızda Silisyum'u saflaştırmaya odaklandık. Veri analitiği ile potansiyel riskleri öngörmek, dijital araçlarla verimliliği artırmak elbette harika. Ancak bu reaksiyonda sadece Silisyum kullanırsak ne olur?
Sonuç, kristal kadar parlak ama bir o kadar da kırılgan bir yapı olur. Çalışanların birer veri noktasına dönüştüğü, iletişimin sadece dijital platformlardan ibaret olduğu, soğuk ve mesafeli bir organizasyon. Bu yapıda "insan" faktörü buharlaşır ve geriye sadece süreçler kalır.
Yakın zamanda çalıştığım bir teknoloji şirketini düşünüyorum. Her şey otomatize edilmişti, verimlilik tavan yapmıştı, raporlar kusursuzdu. Tam bir Silisyum harikasıydı. Ama koridorlarda bir sessizlik, bir ruhsuzluk hakimdi. İnsanlar birer veri noktasına dönüşmüştü ve o yaratıcı, kaotik Karbon enerjisi neredeyse yok olmuştu. Gartner'ın 2025 İK önceliklerinde liderlerin %76'sının yapay zekayı kritik bulduğunu söylemesi şaşırtıcı değil, ama bu denklemin sadece yarısı.
Diğer yandan, sadece Karbon'a odaklanmış bir yapı düşünelim. İtiraf edelim, işin en zor ve en dağınık tarafı da bu "insani dokunuş", yani Karbon. Çünkü onun net bir formülü yok. Herkesin birbirini sevdiği, güçlü insani bağların olduğu ama stratejik hedeflerin belirsizleştiği, performansın objektif ölçülemediği, süreçlerin kişilere bağımlı kaldığı bir organizasyon. Bu da sürdürülebilir bir yapı değil. Tıpkı saf karbonun grafit gibi yumuşak ve kolayca dağılabilmesi gibi.
Hiçbir anket, zor bir gün geçiren bir çalışanınıza sorduğunuz içten bir "Nasılsın?" sorusunun yerini tutmuyor. Deloitte'un raporlarında sürekli vurguladığı gibi, güven ve empati, özellikle hibrit düzende yeteneği elde tutmanın anahtarı haline geldi.
Çözüm: Zıt Kardeşlerden Mükemmel Bir Bileşik Yaratmak - High Tech & High Touch (SiC - Silisyum Karbür)
Peki çözüm ne? Bu iki elementi iki uç gibi görmek yerine, onlarla yepyeni bir bileşik yaratabileceğimizi fark ettiğimizde her şey değişmeye başlıyor. Gerçek potansiyel, bu iki elementi bir araya getirerek yepyeni bir bileşik oluşturduğumuzda ortaya çıkıyor: Yüksek Teknolojili ve Yüksek Dokunuşlu İK. Kimyada, Silisyum ve Karbon birleştiğinde elmastan bile daha sert ve dayanıklı olan "Silisyum Karbür" (SiC) oluşur. Bu bileşik, hem Silisyum'un yapısal gücünü hem de Karbon'un bağ kurma esnekliğini miras alır.
İK laboratuvarımızda bunu nasıl yaparız? Aslında her gün deniyoruz:
- Örnek Reaksiyon 1: Çalışan bağlılığı anketlerinden gelen verileri (Silisyum) kullanarak tükenmişlik riski taşıyan ekipleri tespit edip, bu ekiplerin liderlerine "empati ve psikolojik güvenlik" odaklı koçluk programları (Karbon) tasarlayabiliriz. Deloitte'un "2025 İnsan Sermayesi Trendleri" raporu, veriyi insani içgörüyle birleştirmenin, çalışanları elde tutmada en kritik faktörlerden biri olacağını vurguluyor.
- Örnek Reaksiyon 2: Bir yapay zekâ aracıyla (Silisyum) çalışanların yetkinlik haritasını çıkarıp, kişiye özel kariyer ve gelişim yolları önerebiliriz. Ancak bu dijital öneriyi, bir liderin veya mentorun yapacağı samimi bir kariyer sohbetiyle (Karbon) hayata geçirebiliriz.
Gördüğünüz gibi amaç, bir elementi diğerine tercih etmek değil. Amaç, kurumun DNA'sına en uygun, en dayanıklı ve en parlak bileşiği yaratmaktır.
Sizin Laboratuvarınızın Formülü Ne?
Elbette her şirketin kimyası farklı. Sizin laboratuvarınızın kendine özgü koşulları, elementleri var. Hazır bir formül yok ve olamaz da. Bu dengeyi bulmak, sürekli denemeyi, ölçmeyi ve en önemlisi hissetmeyi gerektiren bir ustalık işi.
Bu iki güçlü elementi kendi kurumunuzda, doğru sıcaklık ve basınç altında bir araya getirmek, yani doğru dengeyi kurmak, günümüz İK liderlerinin en önemli görevi. Bu, deneme yanılma ile yapılamayacak kadar hassas bir reaksiyon. Stratejik bir vizyon, doğru araçlar ve ortak bir akıl gerektiriyor.
İşte tam bu noktada, biz de bir katalizör görevi görüyoruz.
ProHR™ Adboard – Geleceğin İK Vizyonu- High Tech & High Touch HR Çalıştayı , tam da bu mükemmel bileşiği yaratmak için tasarlanmış stratejik bir diyalog platformudur. Bu çalıştayda, sizin gibi değerli liderlerle bir araya gelerek, Silisyum'un gücü ile Karbon'un esnekliğini kendi kurumunuz için nasıl birleştirebileceğinizi keşfediyor ve size özel, somut bir yol haritası çıkarıyoruz.
Gelin, İK'nın geleceğini birlikte tasarlayalım ve kendi kurumunuzun en dayanıklı, en parlak ve en "insani" bileşiğini birlikte yaratalım.